Türkiye Milli Kültür Vakfı’nın ilk nüvesi, Ali Neyzi Bey’in annesi Nezihe Neyzi hanımefendinin cenazesinde atılmıştı. Elektrik Mühendisi Selahattin Üzel, cenazede tıp doktoru Cevat Babuna’yla karşılaştı. Babuna kaybedilmiş Osmanlı topraklarından, Üsküp Köprülü’den İstanbul’ a göç etmiş bir ailenin çocuğuydu. Üzel, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili kaygılar taşıyor, Türk insanının yaşadığı ayrışma ve kutuplaşmalardan endişe duyarak bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu. Aynı kaygıyı Cevat Babuna da taşıyordu.
Babuna, Üzel’in birlikte hareket etme teklifini Avukat Muzaffer Somay ve Sabahattin Zaim’e anlattı. Sabahattin Zaim Hoca, sosyal siyaset bilimci olmanın da verdiği birikimle konunun önemini ve ihtiyacın büyüklüğüne müdrikti. Zaim ailesi de ülke bütünlüğünün, milli birliğin ne kadar önemli olduğunu, kaybedilen topraklardan göç ederek anlamıştı.
Vakıflar; tarihi merhalelerden geçerek gelen ve gittikçe gelişip derinleşmek suretiyle ebedileşen, büyük fazilet, içtimai yardım ve dayanışma kaynağı olan, gerçek insan sevgisinin tecelli ettiği müesseselerdir. Tarihi rolleri de göz önüne alındığında Üzel ve arkadaşlarının hayalindeki projeleri gerçekleştirmek için en uygun müessese bir vakıf çatısı altında bir araya gelmekti. Teşekkül eden heyet, Ankara’ya giderek dönemin Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli’yi ziyaret etti.
Bozbeyli, öğrencilik yıllarından itibaren milliyetçi, muhafazakar muhitlerde bulunmuş ve buralardaki sosyal muhitlerden ilim, fikir adamlarından istifade etmiş bir aydındı. Heyetin maksadını dinledikten sonra, hukukçu kimliğiyle, idealize ettikleri fikirleri bir vakıf marifetiyle hayata geçirebileceklerini söyledi. Ancak bu ideallerin gerçekleştirilebilmesi için maddî imkânların da güçlü olması gerekiyordu.
Ferruh Bozbeyli ekip oluşturmanın lüzumunu bilerek faydalı olacağına inandığı, bildiği arkadaşlarını tavsiye etti. TBMM Başkanı olarak devletteki bürokratları tanıyordu. Devlet Planlama Teşkilatı’nda yetenekli ve birikimleriyle serdedilen fikri ve projeyi benimseyebilecek bürokratlar görev yapıyordu. Bunlardan biri de DPT müsteşarı olan Turgut Özal’dı. Özal Bozbeyli’nin fikrini benimsedi ve yakın arkadaşlarını da bu birlikteliğe davet etti. Rıdvan Dedeoğlu, İdris Yamantürk, Hulusi Çetinoğlu, Recai Kutan, Feyyaz Nemlioğlu ekibe dahil oldular.
Bozbeyli’nin siyasî hayattan tanıdığı Cahit Okurer de o sıralar DPT’de görev yapıyordu. Okurer, Adalet Partisi İzmir Senatörü olarak görev yaptığı dönemde Vakıf kuruculuğu teklifini almıştı. Türkiye’nin eğitim politikalarını, mevcut durumu ve yapılması gerekenleri çok iyi biliyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi, iktidar olduğu tek partili hükümetler döneminde eğitim alanında bir çok değişiklikler yapmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Harf Devrimi ile başlayan değişimle birlikte, kırsal kalkınmaya da öncülük yapmak amacıyla bir arayışa gidilmişti. “Köy Enstitüleri” bu arayışın sonucunda ortaya çıkmıştı. Buralarda yetiştirilen eğitimciler, Türkiye’nin yeni nesillerinin eğitimini sağlayacaktı. Tek Parti hükümetleri, Kemalist devrimlerin kurumsallaşabilmesi için eğitim politikalarından taviz vermemeyi esas alıyordu.
Tevfik İleri; yeni eğitim modelinde vatan, millet, yurt sevgisinin esas alınmadığını, bu değerlerin İslam dini, iman ve ahlakla beslenebileceğini iyi biliyordu. İleri’nin bakanlığı döneminde bu değerlerin müfredata dahil olduğunu görüyoruz. Demokrat Parti iktidarı döneminde, milli ve manevi değerler öne çıkarılarak halk ile yönetenler arasındaki kopukluk ve ayrışma giderilmeye çalışıldı. TMKV tam bu toplumsal, siyasal ve kültürel ortamda; kendini bu memlekete, millete karşı sorumlu hisseden akil insanlar tarafından; kalbi memleket, millet ve İslâm sevgisiyle dolu gençlere sahip çıkmak ve onları desteklemek gayesiyle 1969’da kuruldu.
Ferruh Bozbeyli, Vakıf kuruculuğu teklifini kabul ederken yakın çevresindeki eğitimle ilgili kifayetsizlikten şikayetçi arkadaşlarını harekete geçireceğine inanıyordu. Cahid Okurer’e bu inançla, “Eğitimden şikayet ediyorsunuz! Buyurun eğitimi ve milli kültürü amaç edinen bir Vakıf kuruluyor. İşte size fırsat, arzuladığınız eğitim modelini planlayın.” teklifini götürmüştü ve tahmin ettiği gibi teklifi kabul görmüştü. Okurer, Vakıf senedinin hazırlanmasında aktif görev aldı. Eğitim modelinin esaslarını tespit etmek üzerinde çalıştı.
İlk olarak teknik ve fen adamları, eğitim tesislerini projelendirip hayata geçirmek için çalışmalara başlandı. Çekirdek kadro, iş dünyasından bu fikri benimseyecek iş adamlarıyla görüşüyordu. Cevat Babuna’nın okul arkadaşı Rauf Osman Karadeniz’den sonra onun çevresinden Abdulkadir Çavuşoğlu, Süleyman İshakoğlu, Şaban Çavuşoğlu, Osman Azmi Karavelioğlu gibi isimler de TMKV’ye destek vermeyi kabul ettiler.
Böylelikle fikri benimseyen bürokrat ve bilim insanları sayısı artmaya başladı. Artık bu birlikteliğe bir isim koyma zamanı gelmişti; “Türkiye Milli Kültür Vakfı”nda karar kılındı. Bu ismin seçilmesinin sebepleri vardı elbette. Heyet, Türkiye’nin geleceğini inşa edecek aydınların örf ve ananelerine bağlı, millî ve mânevî değerleri haiz, tarih bilincine sahip olmaları gerektiğine inanıyordu. Birlikte hareket etmeyi benimseyen bu aydınlar, bu misyonu yükleyebilecekleri nesillerin yetiştirilmesini amaç olarak kabul etmişlerdi. İlk, orta ve üniversite seviyesinde, imkânları sınırlı, kabiliyetli Türk çocuklarını bulmak ve onları bilim, kültür, sanat ve fen adamı olarak yetiştirmek maksadıyla teşkilatlanmak üzere yola çıkmışlardı. Milli Mücadele yıllarında bu vatan için ‘çıplak ayakla’ mücadele eden insanların yani Anadolu’nun ve Türk milletinin maddî ve manevî değerlerine sahip çıkacak, onu koruyacak bir nesli ve Türkiye’yi inşa etmek istiyorlardı. Bunun için fedakârlık, feragat, yılmadan, usanmadan mücadele etmek gerekiyordu. Vakıf, bu azim ve kararlılıkta kuruldu.
İş dünyasından ekibe dahil olan yeni iş adamlarıyla ekip Sabri Ülker, İbrahim Bodur, Asım Kocabıyık, Mustafa Doğanbey, Saffet Kozluca, Mehmet Uzun, Mehmet Üretmen, Zeki Aytaç vd. Vakfın maddi ihtiyacını sağlayacak isimlerdi. Heyet üyeleri ilk olarak İstanbul Karaköy’de ÇBS’nin ( Çavuşoğlu Boya Sanayi ) Karaköy, Fermeniciler, Numara 56’daki binasında bir araya geldi. Burada fikir birliğinin olgunlaşması ve amaçların gerçekleşmesi için yapılması gerekenler tartışıldı. Konyalı Lokantası’nın sahibi Mustafa Doğanbey’in organizasyonlarıyla bu tartışmalar ve fikir paylaşımları, Konyalı Lokantası’nda zaman zaman devam etti...
Ferruh Bozbeyli, zaman zaman istenilen neticenin elde edilemediğinden duyduğu üzüntüyü dile getirirdi. “Hedeflerimiz çok yüce, imkânlarımız ise cüceydi!” diyordu Ferruh Bey. Büyük hedeflerle kurulan Vakfın çalışmalarından hemen sonuç almak istemişti. Cahid Okurer’in davetiyle yurt dışından gelen bir uzmanla yaptıkları görüşmede; “Biz henüz yol alamadık, başarısız olduk!” itirafıyla sabırsızlığını dile getirmişti. Onun kadar karamsar olmayan muhatabı, “Vakıfların netice alıp alamadıklarını anlamak için en az 40-50 senelik bir zaman gerekir.” değerlendirmesinde bulunmuştu.
50. yılını kutladığımız TMKV’nin kurucusu, Vakıf İnsan Ferruh Bozbeyli için “Yalnız Demokrat” deniyordu. Ancak bugün devletin bir çok kademesinde görev alan bürokratların, bakan ve müsteşarların, müteşebbis iş adamlarının varlığı göz önünde bulundurulursa aslında Ferruh Bey’in toprağa ektiği tohumların sonuç verdiği, “ Yalnız” olmadığı görülür.
Vakıf kurucularını bir araya getiren idealler, kimi zaman gelişme gösteriyor, bazen de ideallerin gerçekleşmesi zora giriyordu. İdeallerin hayata geçirilmesi bir çok unsurun bir araya gelmesiyle mümkündü zira. Yola çıkış gayelerine inanan çekirdek kadro, hizmetin özünü teşkil ediyordu. Şartlara göre çalışma programları, hedefleri, politikaları değişse de nihai olarak ideallerinin peşinden koşan insanların önünde hiçbir engelin duramayacağı aşikardı.
Kurucu üyeler, yemekli toplantılarda birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı elde ediyordu. Bu toplantıların doğal sonucu olarak, yönetim organlarında görev alacak üyelerin tespiti de yapılıyordu. İnşa ve Denetim heyetlerinde yer alacak üyeler, bu toplantılarda tespit edildi.
Bu dönemde Kurucular Heyeti teşekkül etmiş, vakıf tüzel kişiliği oluşmuştu.